PENGUEN ve POTANSİYEL ENERJİ - KİNETİK ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ

İmparator penguenlerinin kuluçkaya yattıkları dönem kutup kışına denk gelir. Erkek penguen yumurta üzerinde kuluçkadayken, dişisi doğacak olan yavrusu için besin bulmaya gider. Kuluçka yeri ile en yakın besin kaynağının arasındaki mesafe bazen 100 kilometreyi geçer. Anne penguen yavru yumurtadan çıkana kadar geçen 4 aylık süre içinde sürekli dolaşarak yavrusu için kursağında besin biriktirir. Anne yumurtadan çıkan yavruyu devreldığında, baba penguen uzun sürecek olan yürüyüşe çıkar.

Penguenler büyük gövdeli olmalarına karşın, yürüyüşlerini zorlaştıracak kadar küçük bacaklara sahiptir. Peki nasıl oluyorda buna rağmen kilometrelerce yürüyebilmektedirler?

Penguenler tıpkı bir hacıyayatmaz gibi sağa sola sallanarak yürürler. Aslında penguenler enerji tasarrufu yapabilmek için sarkaç benzeri bir yürüyüş yapmaktadırlar.

Aşırı kısa bacaklı olan penguenler, yana doğru adımlar atarak kaslarının daha az yorulmasını sağlar. Böylece her adımın sonunda bir sonraki adım için enerji depolarlar. Normal yürümüş olsalar kendi heybetlerindeki bir hayvandan iki kat daha fazala enerji harcamaları gerekirdi. Hayvan sadece yürümeye başlarken enerji harcar, bir de duruken.

Penguenlerin bu özellikleri Allah'ın canlılar üzerindeki şefkat ve merhametinin en büyük delillerinden biridir. Kinetik ve potansiyel enerjinin birbirine dönüşümünü kullanarak enerji tasarrrufu sağlayacak bir yürüyüş yapmak hiç bir pengunenin kendi başına yapabileceği bir şey değildir. Allah ilham etmedikçe, hiç bir penguen potansiyel-kinetik enerji dönüşümünü bilemez ve bunu sağlayabileceği bir yürüyüş tasarlayamaz.

YALI CAPKINI KUŞUNUN YAVRULARINI BESLEME YÖNTEMİ


Yalıçapkını kuşu, küçük balıkları kolay yutabilmek için baş tarafından yani kılçıklarının yönünde yutar. Fakat balıkları yavrularına yedirecekleri zaman, kuyruklarında tutar ve onların rahatça yutabilecekleri yönde ağızlarına verir.

ALTIN YAĞMUR KUŞU

GÖÇMEN KUŞLARIN KİLOMETRE HESABI YAPTIKLARINI VE BU HESABA GÖRE YAKIT TASARRUFU YAPTIKLARINI BİLİYOR MUSUNUZ ?
Göçmen kuşların uçuşa başlamadan önce yolculuklarını tamamlamalarını sağlayacak kadar enerjiyi vücutlarında depolamaları şarttır. Örneğin, altın yağmur kuşu kışı geçirmek için her yıl Alaska'dan Hawaii'ye göç eder. Rotası üzerinde hiç ada bulunmaz. Dolayısıyla kuşun bu uzun yolculuğu sırasında hiçbir dinlenme imkanı yoktur. Varış noktası ise başlangıç noktasından 4000 km uzaktadır. Bu mesafe kuşun aralıksız olarak yaklaşık 250 bin kanat çırpışını gerektirir. Yolculuğun tümü 88 saatten fazla sürer.

Altın yağmur kuşunun yolculuğa başlarken ağırlığı 200 gramdır. Bunun 70 gramı, yolda yakıt olarak kullanılacak yağlardan oluşur. Ancak kuş bilimciler, altın yağmur kuşunun bir saat uçmak için harcadığr enerjiyi tespit etmiş ve kuşun 88 saatlik ucuş için en az 82 gram yakıt harcayacağı sonucuna varmışlardır. Yani kuşun bu durumda 12 gramlık bir açığı vardır ve hesaplara göre Hawai'ye varmadan yüzlerce kilometre önce enerjisinin bitmesi ve denize düşmesi gerekmektedir. Ama bilim adamlarının bu hesabına rağmen altın yağmur kuşları hiçbir zaman denize düşmez ve her sene başarıyla Hawaii'ye ulaşırlar. Peki bu canlıların sırrı nedir?

Bu kuşları yaratan Allah, onlara uçuşlarını verimli hale getirecek ve kolaylaştıracak bir yöntem ilham etmiştir. Kuşlar gelişigüzel bir şekilde değil, sürü halinde uçarlar. Ucarken de hepsi belirli bir sıraya girer ve havada bir "V" şekli oluştururlar. Bu V şekli, karşılaştıkları hava direncini azaltır. Bu uçuş düzeni o kadar etkilidir ki, kuşlar bu sayede yaklaşık %23'lük bir enerji tasarrufu sağlarlar. Bu şekilde, yere indiklerinde fazladan 6-7 gram daha yağları kalmış olur. Üstelik bu artan yağ da gereksiz değildir; rüzgarların ters yönden esmesi durumunda kullanılacak olan yedek yakıttır.

Bu olağanüstü hesap yeteneği karşısında şunu sormak gerekir: Uçuş mesafesinin ne kadar olduğunu ve yolculuk boyunca ne kadar yakıt tüketeceğini bir kuş nasıl hesaplar? Elbette ki altın yağmur kuşlarının kendi akıllarıyla ya da tesadüfen bu bilgilere ulaşmaları, bunlara uygun hesaplar yapmaları ve bu hesaplara uygun toplu uçuşlar gerçekleştirmeleri imkansızdır. Bu durum, yaptıkları işlerin kuşlara "ilham edildiğini", bu canlıların üstün bir güç sahibi olan Allah tarafından yönlendirildiklerini gösterir.

DEVE KUŞLARININ İLGİNÇ KULUÇKA SİSTEMLERİ

Deve kuşlarının ilginç bir kuluçka sistemleri vardır. Sürü halinde yaşayan deve kuşlarından yarım düzine kadarı, yumurtalarını ortak bir yuvaya bırakır. Hiçbir özelliği olmayan sadece sığ bir çukur olan bu yuvada her biri 1.5 kg. gelen 40 kadar yumurta bulunur. Yumurtaların tümünü koruma görevi tek bir dişi deve kuşuna aittir. Kuluçkaya yatan dişiye bir erkek kuş yardım eder. Ancak dişi kuş sadece 20 kadar yumurtanın üzerinde yatabilir. Bu nedenle fazla yumurtaları yuvanın dışına iter. Yapılan incelemeler sonucunda deve kuşlarının bu itme işlemini rastgele yapmadıkları bulunmuştur. Deve kuşu kendi yumurtalarını kuluçkaya yatacağı yumurtaların arasına alırken, başka dişilere ait olan yumurtaları ise dışarıya atmaktadır. Bu ayrımı deve kuşunun nasıl yaptığını bulabilmek için bilim adamları yumurtalara numaralar vermişlerdir. Yumurtaların yerini değiştirerek, eski ve yeni yumurtalar karıştırılarak yapılan tüm deneylerde sonucun değişmediği görülmüştür. Bilim adamlarının vardıkları sonuç deve kuşlarının yumurtalarını, yüzeylerindeki deliklerin dağılımı sayesinde tanıdıkları olmuştur. Bütün yumurtaların kabuklarında, civcivin nefes almasına imkan veren minik "hava delikleri" vardır. Bu deliklerin kabuk üzerindeki yerleri her yumurtada biraz farklıdır. İşte bu delikler sayesinde deve kuşlarının yumurtalar arasında ayrım yapabildiği düşünülmektedir.

PELİKAN: TEKNOLOJİYE ÖRNEK

1967 yılında ABD casus uyduları Hazar Denizi üzerinde hareket eden dev bir cisim belirledi. Yetkililer derhal bu durumdan haberdar edildi. Bir grup araştırmacı Washington'ın dışında Savunma ve İstihbarat Ajansı DIA'nın “Yeşil Oda” olarak adlandırılan bölümünde bu durumu konuşmak amacıyla bir araya geldi. Cisim uçağa benziyordu ama bilinen en büyük yolcu uçağından iriydi. Devasa bir yapıya sahipti ama kanatları oldukça küçüktü. Uçması imkansız görünen bu şey odadaki yetkilileri oldukça şaşırtmıştı. Bir ordu albayı, ‘bu bir canavar' dedi. Bir diğeri ise ‘evet' diye cevap verdi ve ‘Loch Ness Canavarı' dedi.”

Bu cisim gerçekten neydi ve nasıl çalışıyordu? Ruslar onunla ne yapmayı planlıyorlardı? Cevaplar sonraki 10 yıl boyunca yavaş yavaş geldi: O bir ‘Ekranoplan'dı. Uçakların yapamadığı bir şeyi “su üzerinde alçak irtifa uçuşu”nu yapıyordu, hem de uzun süreli olarak. Ekranoplan, Rotislav Alexeyev isimli bir Rus tarafından icat etmişti.

Bugün Boeing'teki mühendisler Ekranoplan'dan yola çıkarak suyun biraz üstünde kayan dev bir kargo uçağı dizayn ediyorlar. Bunu yapmak için de kendilerine su kuşlarını örnek alıyorlar, zaten projenin ismi de “Pelikan Projesi”, çünkü mühendisler bu uçağı pelikandan ilham alarak tasarlıyorlar.

Pelikan ve diğer bazı su kuşları hiç güç sarf etmeden kanatları açık biçimde su yüzeyinin hemen üstünde uzun süre süzülerek uçabilirler. Skimmer adıyla da bilinen makas kuşu da bu kuşlardan biridir. Makas kuşu suyla temas ettiğinde tüylerinin birbirine yapışmasını önleyen yağdan yoksundur. Bu nedenle diğer su kuşları gibi avlanmak için dalış yapması imkansızdır. Ancak bu onun için hiçbir zaman bir problem oluşturmaz. Çünkü Yüce Allah onu kusursuz bir tasarım ile yaratmıştır. Kuşun alt gagası üsttekinden daha uzundur ve uçları dokunmaya karşı son derece hassastır. Makas kuşu alt gagasını suya sokarak dakikalarca su yüzeyi üzerinde uçabilir. Bu uçuş sırasında gagasına bir av temas ettiğinde ise hemen onu yakalayabilir.

Acaba uçaklar neden pelikan ya da makas kuşu gibi su üzerinde uçamazlar? Bizler görmeyiz ama altlarındaki hava uçakları taşır. Ancak sıradan bir jet uçağı yere yaklaşınca hava, taşıyıcı yastık etkisini kaybeder ve uçağın altından hızla kaçar. Uçağın alçakta tutunabilmesi için motorlarının çok daha büyük bir güçle çalıştırılması gerekir. Bu ise teknik açıdan hem çok zordur, hem de büyük miktarlarda yakıt gerektirir. Dolayısıyla uçakların mevcut aerodinamik yapılarıyla uzun süre alçak irtifada uçuş yapmaları oldukça zordur.

Bu durumda “Peki ama makas kuşu ve pelikanın su üzerinde uçabilmek için normalden fazla sayıda ve daha hızlı kanat çırpması gerekmiyor mu?” diye düşünebilirsiniz. Ancak bu doğru bir düşünce olmaz, çünkü pelikan da makas kuşu da hiç kanat çırpmaz sadece su üzerinde süzülürler. Çünkü onlar çok özel büyük kanat tasarımlarına ve aerodinamik bir yaratılışa sahiptir. Bu öyle bir yaratılıştır ki tüy yapılarından, içi boş hafif kemiklerine kadar hiçbir yerlerinde en ufak bir kusur yoktur. Bu kusursuz yaratılış onların su üzerindeki ince hava tabakası üzerinde bile tutunarak süzülebilmelerini sağlar. İşte bu nedenle Boeing'in uçak mühendisleri pelikanınki gibi dev kanatlı bir uçak yapmayı düşünmüşlerdir.

Pelikan Projesinin müdürü Blaine Rawdon, “Kuşlar özellikle de pelikanlar yer etkisini mükemmel biçimde kullanıyor” diyor. “Okyanusa yakın bir yerde yaşıyorum ve pelikanların dalgaların üzerinde süzülmesini seyrediyorum. Bazen kanatları neredeyse suya değiyor.”

Boeing firması pelikanın kusursuz yaratılışından örnek alarak su üzerinde uçan dünyanın en büyük kargo uçağını tasarlıyor. Pelikan projesi dahilinde tasarlanan bu uçağın kanat açıklığı tam 120 m. boyu ise 150 m. Yani yere konduğu zaman bir futbol sahasına bile sığmıyor. Uçuş menzili ise 18.000 km. Bu, okyanusun üzerinde kıtalararası kesintisiz bir uçuş yapabildiği anlamına geliyor. Üstelik uçuşunu, ağırlığı benzerlerinin tam 10 katı iken ve bir gemiden 10 kat daha hızlı bir şekilde gerçekleştiriyor.

Geleceğin kargo uçağı Pelikan neredeyse suyun 6 metre üzerinde uçabilecek, dünya yüzeyine yakınlığı sürüklenmeyi (hareketin havaya karşı direncini) azaltacak ve kanadın verimini artıracak. Yer etkisi olarak bilinen bu aerodinamik olay, suyun üzerinde uçan ve büyük çaplı yük taşıyan kargo uçağının yüksek oranda yakıt tasarrufu yapmasını sağlayacak.

Dünyanın en büyük uçak firması ve bu firmada çalışan onlarca uçak mühendisi ile yüzlerce teknik eleman... Pelikanın nasıl uçtuğu üzerinde yapılan araştırmalardan yola çıkarak onu taklit etmeye çalışıyorlar. Bu durum pelikanın tasarımındaki üstünlüğün açık göstergelerinden sadece biridir. Evrimciler kuşların sürüngenlerden türediği iddiasındadır. Ancak kuşlar ve sürüngenler arasındaki yapısal ve metabolik farklılıklar evrimin olmadığını açıkça göstermektedir. Bu iki canlı türü arasında yapılacak basit bir karşılaştırma bile her ikisinin de birbirlerinden çok farklı olduklarını gösterecektir.

Bir kara canlısının kuşa dönüşebilmesi için sadece kanatlarının olması yeterli değildir. Kara canlısı, kuşların uçmak için kullandıkları diğer birçok yapısal mekanizmadan yoksundur. Örneğin, kuşların kemikleri kara canlılarına göre çok daha hafiftir. Akciğerleri çok daha farklı bir yapı ve işleve sahiptir. Değişik bir kas ve iskelet yapısına sahiptirler ve çok daha kompleks bir kalp-dolaşım sistemleri vardır. Bu mekanizmalar, yavaş yavaş, "birikerek" oluşamaz. Kara canlılarının kuşlara dönüştüğü şeklindeki evrimci senaryo bu gibi nedenler nedeniyle tamamen bir safsatadır.

Aslında birçok evrimci bu konudaki iddialarının ne kadar tutarsız olduğunun farkındadır. Bunlardan biri de bir Türk: Engin Korur. Korur, kanatların evrimleşmesinin imkansızlığını şöyle itiraf ediyor:


Normal bir yolcu uçağı deniz seviyesine yaklaştığında havada duramaz. Boeing'in yeni projelendirdiği uçak ise pelikanlardan örnek alınan tasarımı sayesinde su üzerinde uçabilir.


"Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu doğanın henüz iyi aydınlanmamış sırlarından birisi olarak kalmıştır."

Kuşlar da diğer tüm canlılar gibi sonsuz ilim sahibi olan Allah tarafından, uçuş için gerekli tüm özelliklere sahip olarak yaratılmışlardır. Allah bunu bir Kuran ayetinde şöyle açıklar:

“Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır.” (Nahl Suresi, 79)

TERZİ KUŞU'NUN YAPTIĞI YUVA

Kuş yavruları doğduklarında tüysüz olurlar ve pek hareket edemedikleri için kaslarını çalıştıramazlar ve bu yüzden yavruların donmaması için soğuktan izole edilmiş bir yuvalara ihtiyaçları vardır. Özellikle "örgü yuvalar" yapıları itibariyle bu sıcaklığı yavrulara sağlayabilirler. Fakat bu tip yuvaların yapımı ise detaylı ve zordur. Dişi kuş yuvayı uzun bir sürede büyük bir itinayla örerek oluştur.

Hindistan terzi kuşunun gagası bir dikiş iğnesi gibidir. İplik olarak kullanmak üzere örümcek ağından ipek, tohumlardan pamuk ve ağaç kabuklarından da lif elde eder. Halen bir ağaca bağlı olup gelişmekte olan yaprakları seçer ve kenarları üstüste gelecek şekilde bu yaprakları çekerek şekle sokar. Bunun ardından sivri gagasıyla her bir yaprağın kenarına bir delik açar. Topladığı örümcek ağı veya bitki liflerini bir terzinin iğne iplik kullanması gibi gagasıyla deliklerden geçirir ve düşmelerini engellemek için her ilmiği düğümler. Aynı işlemi diğer uçta da yaparak iki yaprağı birbirine ''dikmiş'' olur.

Terzi kuşu bir çift yaprağı ya da tek bir yaprağı kendi etrafında döndürmek için yarım düzine kadar düğüm atar. Daha sonra kuş bu keseyi çimlerle doldurup döşer. Ayrıca bu yapraklarla kaplı kesenin içinde, dişisinin yumurtalarını koyacağı gizli bir yuva daha diker. Böylece konforlu yuvalar oluştururlar.

Bir kuşun böylesine bir hünere sahip olması ve soğuk ve sıcaktan en iyi yalıtım olan örme sistemini bilmesi elbette Evrim Teorisiyle açıklanaz. Bunu ona ancak her şeyi kusursuz olarak yaratan ve her şeyi bilen Allah öğretmiştir.

SİNEK KUŞU

Birçok sinek kuşu ilkbaharda yuva yababileceği bir yere, sonbaharda da sıcak yerlere göç ederler. Kırmızımsı kahverengi bir renge sahip olan sinek kuşu Alaska'da yazını geçirir ve sonra da Meksika'da kışını geçirmek için 4320 km. kadar uzağa, güneye doğru uçar.

Sinek kuşunun dili, tüylü uçlarıyla uzun ve çatallıdır. Tüylü uçlar, sinek kuşunun, çiçeklerin içerisinde bulduğu tatlı nektarı yalayarak içebileceği kadar büyüktür. Aynı zamanda sinek kuşu gagasıyla böcekleri de yakalayabilir. Uzun, ince gagası tüp şeklindeki çiçeklerin derinliklerine girebilmesi açısından ideal bir yapıdadır. Bazı sinek kuşları daha kısa gagalara sahiptirler. Bazılarının ise kavisli gagaları vardır. Bundan başka sinek kuşu, her gün en az kendi vücudunun ağırlığı kadar nektar yemektedir. Ayrıca bir sinek kuşu bir günde ihtiyacı olan nektarı alabilmek için 2000'den daha fazla çiçeği ziyaret edebilmektedir. (Ranger Rick, August 1998, s.10 )

Sinek kuşunun kalbi gün boyunca saniyede 500 ile 1200 kez çarpar. Gece ise kalbi öylesine yavaşlar ki görünüşte sanki nabzı durmuştur ve hatta kuş nefes almıyor gibidir. Bunun benzerini kış geldiğinde kirpiler de yapar. Bu, onların kış uykusudur. Sinek kuşu ise her yıl 365 kez kış uykusuna yatmak zorundadır. (David Attenborough, The Life of Birds, Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1998, s.59)

MACAW PAPAĞANLARI

Bitkiler için zehirli tohumlarının olması etkili bir korunma yöntemidir. Tropikal Amerika'da yaşayan bir çeşit papağan türü olan Macaw'lar zehirli tohumlar ile beslenme konusunda uzmandırlar.

Bu kuşlar, besleyici değeri yüksek olan bu tohumları yedikten hemen sonra bellli bir bölgedeki kayalıklara doğru uçarlar. Oraya vardıklarında ise burada bulunan bazı killi kaya parçalarını kemirip yutarlar. Bu killi kaya parçaları tohumların içindeki zehiri emer. Böylece kuşlar bu besini mide ağrıları çekmeden sindirebilirler.

Bu hayvan tohumun zehirleyici etkisini teşhis edebilecek kadar tıp bilgisine sahip olabilir mi? Zehiri etkisiz kılacak bir maddenin olduğunu bilerek, bu maddeyi tespit edebilecek kadar

eczacılık ve kimya bilimine vakıf olabilir mi? Şüphesiz hayır!. İnsanların bile uzun süren bir uzmanlık eğitiminden sonra ulaştığı bilgilere, papağanın evrimcilerin ileri sürdüğü tesadüfi yöntemlerle ulaşması da imkansızdır.

Akıla sahip olmayan bir kuşun, uzun kimyasal tahlil ve incelemeler sonucu bunu keşfettiği elbette söylenemez. Bunu ona ancak her şeyi kusursuz olarak yaratan ve her şeyi bilen Allah öğretmiştir.

KUĞULAR


Kuğuların ağırlığı bir başka memeli ile kıyaslandığında oldukça hafiftir. Aynı boyutlarda bir buldog köpeği, kuğudan "4 kat" daha ağırdır. Kuşların hafif olmasının çeşitli sebepleri vardır. İçi boş kemikleri iç kirişlerle desteklenmiştir. Kuyruk yerine kabarık tüyleri vardır ve dişlerle kaplı çene yerine gagaları vardır. Vücutlarının çok önemli bir kısmı havayla doludur. Bu hava birçok kuşta bulunan 9 hava kesesinde saklanır. Bunlar sadece ağırlık azaltma niteliği taşımazlar. Uçuş sırasında kuşlar çok fazla enerji harcarlar ve bu nedenle çok yoğun oksijen kaynağına ihtiyaçları vardır. İşte bu hava keseleri kuşun solunum sisteminde de önemli rol oynar. Bu sayede kuğu, aynı büyüklükteki bir memelinin nefes alışı sırasında aldığı oksijenden çok daha fazla oksijen alır.

KUŞ YUMURTALARINDAKİ TASARIM

Kuşlardaki yaratılış mucizeleri kanatları, tüyleri ya da göç yetenekleriyle sınırlı değildir. Bu canlılardaki olağanüstü tasarımlardan biri de yumurtalarında ortaya çıkar.

Bize çok basit gibi görünen tavuk yumurtasının kabuğunda, golf topu girintilerini andıran 15 bin kadar gözenek bulunur. Daha küçük bazı kuşların yumurtaları ise, ancak mikroskop altında görülebilen süngersi bir kabuğa sahiptir. Bu girintili-çıkıntılı yapılar, kuş yumurtasına büyük bir esneklik kazandırmakta ve darbelere karşı direncini artırmaktadır.

Yumurta tam bir paketleme harikasıdır. Gelişmekte olan civcivin gereksinim duyduğu tüm besin ve suyu sağlar. Yumurtanın sarısı, protein, yağ, vitamin ve mineraller içerirken, akı da bir su deposu işlevini görür.

Gelişmekte olan civcivin besine ve suya olduğu kadar oksijen almaya ve karbondioksitini dışarı atmaya da gereksinimi vardır. Civcivin ayrıca bir ısı kaynağına, kemiklerinin gelişmesi için kalsiyuma, suyunun korunmasına, bakterilerin bulaşmasına ve mekanik darbelere karşı bir koruma sistemine gereksinimi vardır. Tüm bu gereksinimleri yumurta kabuğu karşılar. Civciv, kabuk zarlarının iç yüzeyinde bulunan bol damarlı bir katman aracılığıyla oksijen alır ve karbondioksitini atar. Gaz alıp verme, erişkin hayvanlarda olduğu gibi akciğerlerle değil, kabuktaki küçük gözenekler yoluyla olur.

Yumurta kabukları, şaşırtıcı ölçüde sağlam olmalarına karşın, çok da incedir. Bu özellik, kuluçkadaki ana ya da babanın ısısının, yumurtanın içine kadar kolayca iletilmesini sağlar.

GEREKLİ BİR KAYIP

Kuluçka dönemi sırasında, yumurtadaki suyun ortalama %16'sı gözeneklerden dışarı buharlaşarak kaybolur. Biyologlar eskiden bu su kaybının, yumurta kabuğunun hava geçirebilen yapısı nedeniyle zorunlu, ama zararlı bir kayıp olduğunu düşünüyorlardı. Oysa son araştırmalar, bu su kaybının civcivin yumurtadan çıkması için gerekli olduğunu göstermiştir. Civcivin yumurtadan çıkarken gagasındaki yumurta dişini kullanarak kendisine bir delik açtığı ilk aşamada, fazla oksijene ve başını oynatacak kadar bir boşluğa gereksinimi vardır. Bu gereksinimler, yumurtadaki suyun kaybedilmesi, dolayısıyla yer açılması ve bu açılan yerde daha çok oksijen bulundurulmasıyla karşılanır.

Konunun daha da ilginç olan yönü, farklı yumurta kabuklarının su kaybetme oranlarının da, ideal olan % 15- 20'lik su kaybını sağlayacak şekilde ayarlanmış olmasıdır. Örneğin, dalgıç kuşu yumurtasının su kaybetme oranı, daha kuru ortamda kuluçkaya yatırılan aynı büyüklükteki bir başka yumurtadan üç kat daha fazladır.

Yumurta, civcivi 20 günlük kuluçka dönemi boyunca koruyacak kadar sağlam, ama dışarı çıkmasına imkan sağlayacak kadar da kırılgandır.Civcivler, yumurtalarını kırmak için kullandıkları özel bir "yumurta dişi"ne sahiptir. İlginç olan, bu özel kırıcı dişin, civciv yumurtayı kırmadan önce belirmesi ve sonra da yok olmasıdır.Bir tavuk yumurtasının, yumurtalık kanalında geçirdiği evreler. Yumurta kabuğunun dölyatağında oluşumu, yaklaşık 15-16 saat sürmektedir.

YUMURTADAKİ DAYANIKLILIK TASARIMI

Bir yumurta kabuğunun, gaz, su ve ısı işlemini düzenlemesi gerektiği kadar sağlam da olması gerekir. Kabuk, gelişmekte olan civcivi dış darbelere karşı koruyacak ve kuluçkaya yatan annenin ağırlığını kaldırabilecek kadar dayanıklı olmalıdır.

Nitekim kuş yumurtalarına baktığımızda, son derece dayanaklı bir biçimde tasarlandıklarını görürüz. Allah, küçük ve büyük yumurtaları birbirinden farklı şekilde yaratmıştır. Büyük kuşların yumurtaları genellikle sert ve esnek olmayan bir yapıya sahiptir. Daha küçük kuşların yumurtaları ise yumuşak ve esnektir.

Tavuk yumurtalarının kabukları sert ve gevrektir ancak yuvada birbirleri üzerine yuvarlandıklarında kırılmaz. Bu tür kabuk, aslında tüm iri yumurtalarda bulunmaktadır. Bu sağlamlık, yumurtayı saldırganlardan korumaktadır. Eğer bu sert ve gevrek kabukları küçük yumurtalarda olsaydı çok çabuk kırılırlardı. Araştırmalar, küçük yumurtalardaki kabukların gevrek değil, ama dayanıklı ve esnek olduğunu göstermektedir. Olası bir darbede esneyebilmeleri onları kırılmaktan kurtarır.

Bir kabuğun gevrek ya da esnek yapıda olması, sadece civcivi korumak açısından değil, onun dünyaya geliş biçimi açısından da belirleyici rol oynar. Sert ve gevrek bir kabuktan çıkacak olan civcivin, kafasını ve bacaklarını çıkarmadan önce yumurtanın basık ucunda sadece bir-iki delik açması yeterlidir. Böylece delikleri birleştiren bir takım çatlaklar oluşur ve civciv şapka biçiminde bir kapağı kaldırmakla özgürlüğüne kavuşabilir.

AKBABALAR VE SÜZÜLME TEKNİĞİ

Akbabalar, yeryüzünü gözlerken elverişli bir yükseklikte süzülebilmek için, ısı dalgalarına dayalı özel bir yönteme sahiptir. Bir ısı dalgasından diğerine süzülerek gün boyunca çok geniş bir alan üzerinde uçar.

Sabah güneş doğarken ısı dalgaları yükselmeye başlar. Önce küçük akbabalar, daha zayıf olan ısı dalgaları ile yükselir. Hava ısındıkça, onları daha büyük akbabalar izler. Akbabalar, ısınan havanın yarattığı yukarıya doğru çekim alanında adeta yüzerek yükselir. En hızlı yükselen hava, ısı dalgasının merkezindeki havadır. Yerçekimi ile ısınan havanın kaldırma kuvvetini dengelemek için havada daireler çizer. Daha yükseklere çıkmak istediklerinde ısı dalgasının merkezine yaklaşırlar ve buradaki daha hızlı yükselen havayı kullanarak yükselir.


Isı dalgaları diğer avcı kuşlar tarafından da kullanılır. Leylekler de özellikle göç sırasında ısı dalgalarını kullanır. Orta Avrupa'da yuva yapan beyaz leylek, kışı Afrika'da geçirmek için yaklaşık 7000 km. uzağa göç eder. Eğer tüm yolu kanat çırparak geçmeye kalksa yolculuk boyunca dört yerde konaklaması gerekecektir. Ama beyaz leylek günün 6-7 saati ısı dalgaları arasında planör uçuşu yaparak yolculuğunu üç haftada, enerjisinin büyük bir kısmını tasarruf etmiş olarak tamamlar.


Su karadan daha yavaş ısındığı için, denizler üstünde ısı dalgaları oluşmaz. Bu nedenle göç eden kuşlar uzun deniz geçişlerinden kaçınır. Avrupa'dan Afrika'ya göç eden leylekler ve diğer yırtıcı kuşlar, ya İber Yarımadası üzerinden Cebelitarık Boğazı yoluyla ya da Balkanlar üzerinden İstanbul Boğazı yoluyla geçer.


Albatros, sümsükkuşu, martı ve öteki deniz kuşları ise, yüksek dalgaların oluşturduğu hava akımını kullanır. Dalga tepeleri üzerinde uçan bu deniz kuşları, yukarıya doğru sapan havanın kaldırma kuvvetini kazanır. Albatros dalgaların üstünde süzülürken sık sık rüzgara doğru keskin bir şekilde döner ve hızla yükselir. 10-15 metre yükseldikten sonra yeniden döner ve süzülmeyi sürdürür. Burada kuş, rüzgar değişiminden enerji kazanmaktadır. Deniz yüzeyine değen havanın hızı azalır. Bu yüzden, yükselen albatros daha hızlı hava akımı ile karşılaşır. Yeterli bir hıza ulaştıktan sonra yeniden döner ve dalgalar üzerinde süzülmeye devam eder. Yelkovankuşu gibi küçük kuşlar da dalgalar üzerinde süzülürken aynı tekniği uygulayabilir.


Kanat açıklığı 3 metreyi bulan albatros dünyanın en büyük kuşlarından biridir. Böylesine büyük bir gövdenin uçması için de büyük bir enerjiye gereksinim vardır. Ancak Albatros eğimli süzülme metoduyla kanat çırpmadan ustaca uçabilir. Bu uçuş tekniği, canlıya büyük bir enerji tasarrufu sağlamaktadır.





Skimmer kuşu, suyla temas ettiğinde tüylerinin birbirine yapışmasını önleyen yağdan yoksundur. Bu nedenle diğer su kuşları gibi avlanmak için dalış yapmaz. Ancak alt gagası üsttekinden daha uzun olarak yaratılmıştır ve uçları dokunmaya karşı hassastır. Öte yandan kanatları öyle tasarlanmıştır ki, suyun hemen üstünde hiç kanat çırpmadan uzunca bir süre süzülebilir. Alt gagasını suya sokarak bu teknikle uçar. Gagasına bir av temas ettiğinde ise hemen onu yakalar.

MÜKEMMEL UÇUŞ TEKNİKLERİ

Albatroslardan akbabalara kadar tüm kuşlar, rüzgardan yararlanmalarını sağlayacak uçuş yöntemleri ile birlikte yaratılmıştır.

Uçmak çok fazla enerji gerektiren bir iştir. Bunun için kuşlar, gelişmiş göğüs kasları, büyük bir kalp ve hafif bir iskelete sahip bir bedenle yaratılmıştır. Kuşlardaki üstün yaratılış örnekleri sadece bedenleri ile sınırlı değildir. Çoğu kuşa uçmak için gerekli olan enerjiyi azaltacak yöntemler de ilham edilmiştir.

Kerkenez, Avrupa, Asya ve Afrika'da çok bilinen yırtıcı bir kuştur. Kerkenezin çok ilginç bir özelliği vardır: Rüzgarla karşılaştığı zaman kafası görünmeyen bir el ile tutuluyormuşçasına tamamen hareketsiz kalır. Gövdesi rüzgara göre yalpalanmasına rağmen, kafası sabittir. Bu sayede kuşun görüş yeteneği her türlü sarsıntıya rağmen hep mükemmeldir. Bu yöntem savaş gemilerinde kullanılan ve denizdeki çalkantılara rağmen silahları hedefe bağlı tutan jiroskoba benzemektedir. Bu neden kerkenezin kafası, bilim adamlarınca "jirostabilize kafa" olarak adlandırılır.

ZAMANLAMA TEKNİĞİ

Kuşlar uçarak avlanma sürelerini azami verim alacak şekilde düzenler. Kerkenezlerin ana besin kaynağı tarla faresidir. Tarla faresi toprağın altındaki oyuklarda yaşar ve beslenmek için her iki saatte bir yeryüzüne çıkar. Kerkenezler de avlanmalarını tarla faresinin beslenme vaktine göre ayarlar. Gündüz avlanmalarına karşın, avlarını bekletir ve akşam karanlığında yerler. Bu sayede gün boyunca boş mide ile uçar ve dolayısıyla ağırlıklarını azaltmış olur. Bu yöntem uçuş için harcanan enerjiyi azaltır. Kerkenezin bu sayede %7'lik bir enerji tasarrufu yaptığı hesaplanmıştır.

RÜZGARDA SÜZÜLME

Kerkenezler avlanırken, harcadıkları enerjiyi rüzgarı kullanarak da azaltır. Kanatları üzerindeki hava akımını artırmak için rüzgarda süzülür ve eğer yeterli rüzgar varsa havada kanatları açık şekilde "asılı" kalabilir. Hava akımının yerden yukarıya doğru olması da onlara ayrı bir avantaj sağlayacaktır.

Hava akımlarından yararlanarak enerji sağlayıp, bunu uçarken kullanmaya "süzülme" denir. Kerkenez, bu yeteneğe sahip birçok kuştan sadece biridir. Süzülebilme özelliği bu türlerin havadaki üstünlüğünün bir işaretidir.

Süzülerek uçuşun başlıca iki yararı vardır.

Birincisi, yiyecek ararken ya da avlanma alanını diğer kuşlardan korurken, havada kalabilmek için gerekli enerjiyi azaltır. İkincisi, kuşa çok daha uzun uçuşlar yapabilme olanağı verir. Süzülerek uçan bir martı, kanat çırparken harcadığı enerjinin %70'ini tasarruf eder.

HAVA AKIMLARINDAN GELEN ENERJİ

Bir kuş, hava akımlarından farklı şekillerde enerji elde edebilir: Bir yamaçtan süzülen kerkenezin ya da denize inen sarp kayalıklardan aşağıya süzülen bir martının yukarı çıkan hava akımını kullanarak yaptığı uçuşlar "eğimli süzülme" diye adlandırılır.

Bir tepenin üzerinden kuvvetli bir rüzgar estiği zaman, hava akımı hareketsiz dalgalar şekline dönüşür. Kuşlar bu dalgaları kullanarak da dalga süzülmesi yapabilir.

Sümsükkuşu ve diğer deniz kuşları, adaların neden olduğu bu çeşit hareketsiz dalgaları kullanır. Ender olarak kuşlar, gemilerin üzerinde süzülen martıların yaptığı gibi, daha küçük engellerin oluşturduğu havayı kullanarak da süzülür.

Kuşun yukarı doğru süzülmesini sağlayan akımlar, daha çok hava cephelerinde görülür.

Hava cepheleri; hava kütleleri arasındaki sınırlardır. Kuşların bu cepheleri kullanarak yaptığı süzülmeler "cephe süzülmeleri" olarak bilinir. Kıyı boyunca denizden esen rüzgarların oluşturduğu cepheler, ancak araştırma radarlarının bu cepheler içinde süzülen kılıç kırlangıcı sürülerini saptaması ile keşfedilmiştir. Kalan iki yöntem ise ısı dalgaları ile süzülme ve rüzgar değişimleri ile süzülmedir.

Isı dalgalarını kullanarak süzülme, genel olarak dünyanın ılıman kesimlerinde, özellikle kıtaların iç bölgelerinde görülür. Toprak güneşle ısındığı zaman, hemen üzerindeki hava tabakası da ısınır ve hafifleyerek bir ısı dalgası halinde atmosferde yükselir. Bu olay, toz fırtınası ya da ısınan havanın dönerek yükseldiği hortum şeklinde gözlenebilir.

UÇUŞ MAKİNESİNİN ÖZELLİKLERİ

Kuşları incelediğimizde, vücutlarının tüm özelliklerinin uçuş için özel olarak tasarlandığını görürüz. Öz kütlenin düşürülmesi ve böylece ağırlığın azaltılması için kemiklerin içi boş olarak yaratılmış ve vücuda hava keseleri yerleştirilmiştir. Dışkının katı olmayıp yarı sıvı olması vücutta gereksiz su tutulmasını ve böylece ağırlığın artmasını engeller. Tüyler de hacimlerine karşılık son derece hafif yapılardır. Kuşlardaki bu özel yapıları sırayla inceleyelim.

1- İSKELET

Kuş kemiklerinin içi boş olmasına rağmen, iskelet, hayvanın sahip olduğu kuvvete oranla fazlasıyla güçlüdür. Örneğin 18 cm. uzunluğundaki kocabaş kuşu, bir zeytin çekirdeğini kırmak için gagasıyla ona 68,5 kg.lık bir basınç uygulayabilir. Kara canlılarınınkinden daha "derli-toplu" bir yapıya sahip olan kuş iskeletinde omuz, kalça ve göğüs kemerleri birbirine kaynaşmış bir şekilde birleşiktir. Bu tasarım kuşa daha sağlam bir yapı kazandırmaktadır. İskeletin bir başka özelliği, başta belirttiğimiz gibi diğer bütün omurgalı canlıların iskeletinden hafif olmasıdır. Örneğin bir güvercinin iskeleti, hayvanın vücut ağırlığının toplamının sadece % 4.4'ünü oluşturmaktadır. Bir Fregat kuşunun kemiklerinin toplamı ise 118 gr gelmektedir ve bu miktar, hayvanın tüylerinin toplam ağırlığından daha azdır.

2- SOLUNUM SİSTEMİ

Kara canlılarıyla kuşların solunum sistemleri de birbirlerinden tamamen farklı prensiplerle çalışır. Bunun sebebi kuşların oksijen ihtiyacının kara canlılarına göre çok daha fazla olmasıdır. Örneğin, bir kolibri kuşunun oksijen ihtiyacı bir insanınkinin neredeyse 20 katıdır. Dolayısıyla, bir kara canlısının akciğeri, kuşun ihtiyacı olan yeterli oksijeni sağlayamaz. Bu nedenle, kuşların akciğerleri çok farklı bir tasarımla yaratılmıştır.

Kara canlılarının akciğerleri "çift yönlü" bir yapıya sahiptir: Nefes alma sırasında, hava akciğerdeki dallanmış kanallar boyunca ilerler ve küçük hava keseciklerinde son bulur. Oksijen-karbondioksit alışverişi burada gerçekleştirilir. Ancak daha sonra, kullanılmış olan bu hava, tam ters yönde hareket eder ve geldiği yolu izleyerek akciğerden çıkar, ana bronş yoluyla da dışarı atılır.

Kuşlarda ise hava akciğer kanalı boyunca "tek yönlü" hareket eder. Akciğerlerin giriş ve çıkış kanalları birbirlerinden farklıdır ve hava daimi olarak akciğer içinde tek yönlü olarak akar. Böylece kuş, havadaki oksijeni kesintisiz olarak alabilir. Böylece kuşun yüksek enerji ihtiyacı karşılanmış olur. Ünlü bir biyokimyacı olan Michael Denton, Evolution: A Theory In Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) isimli eserinde bu konuyu şöyle açıklar:

"Kuşlarda ana bronş, akciğer dokusunu oluşturan tüplere ayrılır. Parabronşi diye adlandırılan bu tüpler sonunda tekrar birleşerek, havanın akciğerler boyunca tek bir yönde devamlı akımını sağlayacak sistemi meydana getirirler... Kuşlardaki akciğerlerin yapısı ve genel solunum sisteminin çalışması tümüyle kendine özgüdür. Kuşlardaki bu "avien" sistemi başka hiçbir omurgalı akciğerinde bulunmaz. Bu sistem bütün kuş türlerinde aynıdır."

Kitabın devamında ise bu kadar mükemmel bir sistemin kademeli evrimle oluşamayacağını şu şekilde belirtir: "Böyle tamamen değişik bir solunum sisteminin, azar azar küçük değişiklerle standart omurgalı dizaynından evrimleşmiş olduğu iddiası, düşünülmeden ortaya atılmış bir tezdir. Solunum faaliyetinin bu evrim süresince hiç aksamadan korunması, organizmanın hayatını sürdürmesi için gereklidir. En küçük bir eksik fonksiyon ölümle sonuçlanacaktır. Kuş akciğeri de, içinde dallanmış olan parabronşlar ve bu parabronşlara hava sağlanmasını garanti eden hava kesesi sistemi ile birlikte en üst düzeyde gelişmiş olana kadar ve beraberce, iç içe geçmiş mükemmel bir şekilde işlevini yapana kadar, bir solunum organı olarak görev yapamaz."

Kısacası, kara tipi akciğerden hava tipi akciğere geçiş, ara geçiş safhasında bulunan bir akciğerin hiçbir işlevselliğinin olmaması sebebiyle mümkün değildir. Akciğeri çalışmayan bir canlı ise birkaç dakikadan fazla yaşayamaz. Çünkü mutasyonların kendisini tesadüfen kurtarmalarını bekleyecek milyonlarca yılı yoktur.

Kuş akciğerinin bu benzersiz yapısı, uçuş için gerekli olan yüksek miktarda oksijen ihtiyacını karşılamaya yönelik, çok mükemmel bir tasarımın varlığını göstermektedir. Yalnızca kuşlara özgü bu anatominin bilinçsiz mutasyonların amaçsız bir sonucu olamayacağını görmek için, biraz sağduyu yeterlidir. Açıktır ki kuş akciğeri, canlıların Allah tarafından yaratıldıklarının sayısız delilinden sadece biridir.

3-KUŞLARA ÖZEL AKCİĞER

Kuşlar, sözde ataları olan sürüngenlerden çok farklı bir anatomiye sahiptir. Kuş akciğerleri, kara canlılarına tamamen ters biçimde işler. Kara canlıları havayı aynı nefes borusundan alır ve verir. Kuşlarda ise hava akciğere ön taraftan girerken arka taraftan dışarı verilir. Uçuş sırasında çok yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kuşlar için böyle özel bir "tasarım" yapılmıştır. Böyle bir yapının sürüngen akciğerinde evrimleşerek ortaya çıkması ise imkansızdır.

Kuş akciğerindeki tek yönlü hava hareketi, hava kesecikleri sistemiyle sağlanır. Akciğerin çevresinde bulunan bu kesecikler önce havayı içlerine toplar, sonra da düzenli olarak akciğerin içine pompalar. Böylece akciğerin içinden sürekli olarak temiz hava geçirilmiş olur. Kuşların yüksek oksijen gerekisinimi için böylesine kompleks bir solunum sistemi yaratılmıştır.




4-DENGE SİSTEMİ
Allah tüm canlılar gibi kuşları da kusursuz bir biçimde yaratmıştır. Bu gerçek, her detayda kendini belli eder. Kuşların vücutları uçuştaki muhtemel bir dengesizliği engellemek için özel bir tasarımla var edilmiştir. Hayvanın uçuş sırasında öne doğru eğikleşmesini engellemek için, kafası özel olarak hafif kılınmıştır: Ortalama bir kuşun kafasının ağırlığı, vücut ağırlığının yalnızca %1' ini oluşturur.

Tüylerin aerodinamik yapısı da kuşların denge sistemindeki önemli bir özelliktir. Özellikle kanat ve kuyruk bölgelerindeki tüyler, kuşa çok etkili bir denge sistemi sağlar.

Bu özellikler, bir doğanın (falcon pereginus) saatte 384 km. hızla avına dalarken, hiçbir şekilde dengesini yitirmemesini sağlar.

5- GÜÇ VE ENERJİ PROBLEMİ

Bir olaylar zinciri şeklinde ortaya çıkan her bir süreç, ister biyoloji, ister kimya veya fizik bilimlerini ilgilendirsin, "enerjinin korunumu prensibi"ne uygun olarak gelişir. Bunu özetle "belli bir işin yapılabilmesi için belirlenmiş miktarda enerji gereklidir" şeklinde de anlatabiliriz

Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)

Enerjinin korunumu prensibinin çarpıcı bir örneğini, kuşların uçuşunu gözlemlediğinizde bulabilirsiniz. Göçmen kuşların, uçuşa başlamadan önce, yolculuklarını tamamlamalarını sağlayacak miktarda enerji depolamaları şarttır. Buna karşın, uçmanın bir diğer şartı da mümkün olduğunca hafif olabilmektir. Uçabilmek için, bedeli ne olursa olsun fazla kilolardan kaçınılmalıdır. Bu arada yakıtın da mümkün olduğunca verimli olması şarttır. Yani yakıt minimum ağırlıkta tutulurken, verdiği enerjinin maksimum olması gereklidir. Bunların hepsi kuşlar için çözümlenmiş olması gereken problemlerdir.

İlk adım en ekonomik uçuş hızının tespit edilmesidir. Eğer kuş çok yavaş uçacak olsa, havada asılı kalması için çok enerji sarf etmesi gerekecektir. Çok hızlı uçacak olsa, bu sefer de meydana gelen hava direncini aşmak için çok yakıt tüketmesi gerekecektir. Bu durumda yakıtın en az tüketilmesi için ideal değerde bir uçuş hızının gerektiğini görürüz. Bu arada şunu da hatırlatmak gerekir ki, iskeletlerinin ve kanatlarının aerodinamik yapılarındaki farklılar nedeniyle her kuş için farklı bir ideal hız geçerlidir.

Bu enerji sorununu altın yağmur kuşu (Pluvialis dominica fulva) üzerinde inceleyelim: Bu kuş, kışı geçirmek için her yıl Alaska'dan Hawaii'ye göç eder. Durmaksızın yaptığı uçuşu sırasında rotası üzerinde hiç ada bulunmaz. Dolayısıyla kuşun uzun yolculuğu sırasında hiçbir dinlenme imkanı yoktur. Varış, başlangıç noktasından 4000 km uzaktadır ve bu mesafe aralıksız yaklaşık 250 bin kanat çırpışını gerektirir. Yolculuğun tümü 88 saaten fazla sürer.

Kuşun yolculuğa başlarken ağırlığı 200 gramdır. Bunun 70 gramı, yolda yakıt olarak kullanılacak yağlardan oluşur. Ancak kuş bilimciler, bir altın yağmur kuşunun bir saat uçmak için harcadığı enerjiyi tespit etmiş ve kuşun 88 saatlik uçuş için en az 82 gram yakıt harcayacağı sonucuna varmışlardır. Yani kuşun 12 gramlık bir açığı vardır ve hesaplara göre Hawai'ye varmadan yüzlerce kilometre önce enerjisinin bitmesi ve denize düşmesi gerekmektedir.

Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)

Ama bu hesaba rağmen altın yağmur kuşları hiçbir zaman denize düşmez ve her sene başarıyla Hawai'ye ulaşır. Peki bu canlıların sırrı nedir?

Bu kuşları yaratan Allah, onlara uçuşlarını kolaylaştıracak ve verimlileştirecek bir yöntem ilham etmiştir. Kuşlar gelişigüzel bir şekilde değil, sürü halinde uçar. Uçarken de hepsi belirli bir sıraya girer ve havada bir "V" şekli oluşturur. Bu V şekli, karşılaştıkları hava direncini azaltır. Bu uçuş düzeni o kadar etkilidir ki, kuşlar bu sayede yaklaşık % 23'lük bir enerji tasarrufu sağlar. Bu şekilde, yere indiklerinde fazladan 6-7 gram daha yağları kalmış olur. Bu artan yağ ise gereksiz değildir; rüzgarların ters yönden esmesi durumunda kullanılacak yedek yakıttır.

Bu olağanüstü durum karşısında şu soruları sormak gerekir:Uçuş için ne kadar yağ gerektiğini kuş nereden bilir? Bu kadar yağı tam yolculuk öncesi nasıl ayarlayabilir? Uçuş mesafesini ve tam olarak ne kadar yakıt tüketileceğini nasıl hesaplar? Kuş Hawai'nin Alaska'dan daha iyi koşullarda olduğunu nereden bilir? Kuşların bu bilgilere ulaşmaları, bunlara uygun hesaplar yapmaları ve bu hesaplara uygun toplu uçuşlar gerçekleştirmeleri imkansızdır. Bu ise, yaptıkları işlerin gerçekte kuşlara "ilham edildiğini", bu canlıların üstün bir güç tarafından yönlendirildiklerini gösterir. Nitekim Kuran'da "dizi dizi uçan kuşlar"a dikkat çekilmekte ve bu canlıların Allah'ın kendilerine ilham ettiği bir bilince sahip oldukları haber verilmektedir.

6-SİNDİRİM SİSTEMİ

Uçmak çok fazla güç gerektirir. Bu nedenle kuşlar, vücut kütlelerine oranla en fazla kas dokusuna sahip canlılardır. Metabolizmaları da kasların harcadığı güçle doğru orantıda ayarlanmıştır. Bir canlının metabolik hızı, ısıdaki 10 derecelik bir artışla ortalama iki katına çıkar. Bir serçenin 42 derecelik, bir ardıç kuşunun 43.5 derecelik vücut sıcaklıkları ise, metobolizmalarının ne kadar hızlı çalıştığını gösterir. Bir kara omurgalısına ancak ölüm getirecek olan bu vücut ısısı, enerji tüketimini ve böylece gücü artıran bir etken olarak, kuşlar için hayati önem taşır.

Kuşlar bu derece fazla enerji sarf ettikleri için, yedikleri besinleri de çok iyi biçimde sindirecek bir yapıya sahiptir. Kuşların sindirim sistemi, alınan besinin en verimli şekilde değerlendirilmesini sağlar. Örneğin büyümekte olan yavru leylek, yediği 3 kg. besinle 1 kg. ağırlık kazanır. Bu oran, aynı besinlerle beslenen memelilerde 10 kg.'a karşılık 1 kg. ağırlıktır. Kuşların dolaşım sistemi de, yine yüksek enerji ihtiyacına uygun olarak yaratılmıştır. İnsanın kalbi dakikada ortalama 78 kere çarparken, bu sayı serçede 460, sinek kuşunda 615'tir. Aktif uçma çok yüksek bir enerji gerektirdiği için, kan dolaşımı da kara canlılarına göre çok daha hızlı gerçekleşmektedir. Bu yüksek metabolik hız ve enerji sarfiyatı için gerekli olan oksijen, özel "hava tipi" akciğerler aracılığıyla vücuda alınır.

Kuşlar bu denli yüksek enerji harcarlar, ama bu enerjiyi de çok yüksek verimle kullanır. Kara canlılarıyla karşılaştırıldığında, enerji sarfiyatları kadar verimlilikleri de çok yüksektir. Örneğin göç sırasında bir kırlangıç her kilometre 2.5 kilokalori harcarken, bu küçük bir memelide41kilokaloridir.

Kuşları kara canlılarından ayıran bu özelliklerin hiçbiri mutasyonlarla ortaya çıkamaz. Eğer rastgele mutasyonlarla bu özelliklerden herhangi birisinin meydana geldiği farz edilse bile –ki bu imkansızdır- bu özellik dahi tek başına hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Uçmak için gerekli olan yüksek miktarda enerjiyi sağlayan metabolizmanın oluşması, hava tipi bir akciğer olmaksızın hiçbir işe yaramayacak, aksine yetersiz oksijen alımından dolayı canlının boğularak ölmesine yol açacaktır. Öncelikle hava tipi akciğerin oluşması durumunda ise, canlı gereğinden çok daha fazla oksijen alacak ve bunun sonucunda zarar görecektir. Bir başka imkansızlık iskelet yapısından kaynaklanır: Kuş, bir şekilde hava tipi bir akciğere ve metabolik adaptasyonlara sahip olsa bile, yine de havalanamayacaktır. Zira canlı ne kadar güçlü olursa olsun, bir kara canlısının ağır ve nispeten ayrık iskelet yapısıyla havalanması mümkün değildir. Kanatların oluşması ise, başta da değindiğimiz gibi, apayrı ve yine kusursuz bir "tasarım" gerektirir.

Tüm bunlar bizi tek bir sonuca ulaştırır: Kuşların kökenini, tesadüfi bir gelişimle ve dolayısıyla evrim teorisiyle açıklamak imkansızdır. Yeryüzündeki binlerce farklı kuş türü, bugün kuşların sahip olduğu tüm bedensel özelliklere sahip olarak "bir anda" var olmuştur. Bir diğer deyişle, Allah tarafından ayrı ayrı yaratılmıştır.

TÜY TİPLERİ

Vücudun çeşitli yerlerinde bulunan tüylerin her birinin görevi farklıdır. Kuşun karnındaki tüyle kanat ve kuyruk tüyleri birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Büyük tüylerden meydana gelen kuyruk tüyleri dümen ve fren görevini yerine getirir. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletecek ve kaldırma kuvvetini artıracak bir yapıdadır. Kuşun kanadını aşağı doğru çırpması sırasında, tüyler birbirlerine yakın duruma gelerek, aralarından hava sızması engellenir. Kanatların yukarıya doğru kalkışı esnasında ise tüyler iyice açılarak aralarından havanın geçmesine elverişli bir pozisyon alır. Kuşlar, uçabilme yeteneklerini koruyabilmek için belirli dönemlerde tüy döker. Yıpranmış ya da yırtılmış büyük tüyler, görevlerini tam olarak yerine getiremedikleri için hızla yenilenir.

KANATLARDAKİ SANAT

Tüylerin işlevleri çok çeşitlidir. Kanatlarda bulunan telekler, hayvanın uçmasına yarar.

Kuyruğu oluşturan kuyruk teleği ise, bir dümen görevi görür ve kuşun yere konarken fren yapmasını sağlar. Baş, gövde ve kanatlar üzerindeki tüyler kuşları suya ve soğuğa karşı korur.

Ayrıca kuşun havanın içinde süzülmesini de kolaylaştırır. Kanattaki kıvrım sebebiyle, hava tarafından uygulanan basınç üst yüzeyde daha zayıftır, bu da kuşun yükselmesini sağlar.

Eğer kanat fazla eğimli ise, hava akımının üst kısma uyguladığı artan basınç, aşağıya doğru bir güç oluşturur. Böylece kuş irtifa kaybeder.

Albatros uzun ve dar kanatları sayesinde okyanusların üzerinde uçabilir. Doğan ise geniş kanatları sayesinde sıcak hava akımlarından kolaylıkla yararlanabilir. Bunun yanınıda keçicağan kuşunun dalgalı kanatları onun çok hızlı uçmasını sağlar. Uçucu kuşların uzun süre havada kalabilmelerini sağlayan şey, kanatlarındaki dalgalı yapıdır.

Kuşların çoğu uçabilir, fakat hepsi aynı şekilde hareket etmez. Bazıları o kadar iyi birer uçucudur ki neredeyse yerin hemen üzerinde uçabilir. Kanatların biçimi ise bu uçuş tirleriyle bağlantılıdır.

TÜYCÜKLER VE ÇENGELLER

Eğer bir kuş tüyünü mikroskop altına alır ve incelersek, karşımıza olağanüstü bir tasarım çıkar. Tüylerin ortasında hepimizin bildiği uzun ve sert bir boru vardır. Bu borunun her iki tarafından yüzlerce tüy çıkar. Boyları ve yumuşaklıkları farklı olan bu tüyler kuşa aerodinamik özellik kazandırır. Ancak daha da ilginç olanı, bu tüylerin herbirinin üzerinde de, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan çok daha küçük tüylerin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerinde ise "çengel" adı verilen minik kancalar vardır. Bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur. Bu muhteşem yaratılışı daha yakından görmek için turna kuşunun tüylerinin yalnızca birisini ele alalım. Bu tek tüyün üzerinde, tüy borusunun her iki yanında uzanan 650 tane incecik tüy vardır. Bunların her birinde ise 600 adet karşılıklı tüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biri ise, 390 tane çengelle birbirlerine bağlanır. Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenmiştir. Birbirine çengellerle kenetlenen tüycükler, o kadar bitişiktir ki, duman üflendiği takdirde bile aralarından geçemez. Çengeller herhangi bir şekilde birbirinden ayrılırsa, kuşun bir silkinmesi veya daha ağır hallerde gagasıyla tüylerini düzeltmesi tüylerin eski haline dönmesi için yeterlidir.

Kuşlar hayatlarını devam ettirebilmek için tüylerini daima temiz, bakımlı ve her an kullanıma hazır tutmak zorundadır. Tüylerin bakımı için kuyruklarının dibinde bulunan yağ keselerini kullanır. Gagalarıyla bu yağdan bir miktar alarak, tüylerini temizler ve parlatır. Bu yağ, yüzücü kuşlarda, suyun içinde veya yağmur altındayken suyun deriye ulaşmasına engel olur.

Dahası kuşlar tüylerini kabartarak, soğuk havalarda vücut ısılarının düşmesini engeller. Sıcak havalarda ise tüylerini vücutlarına yapıştırarak, vücutlarının serin kalmasını sağlar.

KUŞ TÜYLERİNİN YAPISI

Kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini iddia eden evrim teorisi, bu iki ayrı canlı sınıfı arasındaki dev farkları asla açıklayamamaktadır. Kuşlar; içi boş hafif kemiklerden oluşan iskelet yapıları, kendilerine özgü akciğer sistemleri, sıcakkanlı metabolizmaları gibi özellikleriyle sürüngenlerden çok farklıdır. Kuşlarla sürüngenlerin arasına aşılmaz bir uçurum koyan bir başka özellik ise, tamamen kuşlara has bir yapı olan tüylerdir.

Tüyler kuşları bu kadar ilginç kılan estetik unsurlardan en önemlisidir. "Tüy gibi hafif" sözü tüyün o zarif yapısındaki mükemmelliği açıklar niteliktedir.

Temelde protein yapısına sahip olan tüyler keratin adı verilen bir maddeden yapılmıştır. Keratin, derinin alt tabakalarındaki yaşlı hücrelerin besin ve oksijen kaynaklarından uzaklaşarak ölmesi ve yerlerini genç hücrelere terk etmesi sonucu oluşan sert ve dayanıklı bir maddedir.

Kuş tüylerindeki tasarım hiçbir evrimsel süreçle açıklanamayacak kadar komplekstir. Bilim adamı Alan Feduccia, “mekanik aerodinamik mükemmellik sağlayan” tüylerin, “büyüleyici bir yapısal kompleksliğe sahip” olduğunu söyler.

Bir evrimci olmasına rağmen Feduccia, ayrıca şunu da itiraf eder:

Tüyler uçuş için kusursuzca bir uygunluk içindedirler; çünkü hafiftirler, sağlamdırlar, aerodinamik şekle sahiptirler ve birbirine geçen kancalı girift yapıları vardır.

Tüylerdeki bu tasarım, Charles Darwin'i de çok düşündürmüş, hatta tavus kuşu tüylerindeki mükemmel estetik kendi ifadesiyle Darwin'i "hasta etmiş"ti. Darwin, arkadaşı Asa Gray'e yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta "gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım" dedikten sonra şöyle devam ediyordu:

Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavus kuşunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor.

KUSURSUZ UÇUŞ MAKİNELERİ: KUŞLAR

Evrimciler, kuşların bir şekilde evrimleşmiş olmaları gerektiğine inandıkları için, bu canlıların sürüngenlerden geldiklerini iddia ederler. Oysa, kara canlılarından tamamen farklı bir yapıya sahip olan kuşların hiçbir vücut mekanizması kademeli evrim modeli ile açıklanabilir durumda değildir. Her şeyden önce kuşu kuş yapan en önemli özellik, yani kanatlar, evrim için çok büyük bir çıkmazdır. Türk evrimcilerden Engin Korur, kanatların evrimleşmesinin imkansızlığını şöyle itiraf eder:

"Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu doğanın henüz iyi aydınlanmamış sırlarından birisi olarak kalmıştır."

Görüldüğü gibi, kanatların bu kusursuz yapısının nasıl olup da birbirini izleyen tesadüfi mutasyonlar sonucunda meydana geldiği sorusu tümüyle cevapsızdır. Bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen bir bozulma (mutasyon) sonucunda nasıl kusursuz bir kanada dönüşeceği asla açıklanamamaktadır.

Ayrıca, bir kara canlısının kuşa dönüşebilmesi için sadece kanatlarının olması da yeterli değildir. Kara canlısı, kuşların uçmak için kullandıkları diğer birçok yapısal mekanizmadan yoksundur. Örneğin, kuşların kemikleri kara canlılarına göre çok daha hafiftir. Akciğerleri çok daha farklı bir yapı ve işleve sahiptir. Değişik bir kas ve iskelet yapısına sahiptirler ve çok daha özelleşmiş bir kalp-dolaşım sistemleri vardır. Bu mekanizmalar, yavaş yavaş, "birikerek" oluşamaz. Kara canlılarının kuşlara dönüştüğü teorisi bu nedenle tamamen bir safsatadır.